İstinye Salon ve Yuno, İstanbul’da bulunan İstinye Park alışveriş merkezinin içindeki sinema alanının küçültülerek, çocuk, eğlence ve performans mekanlarının eklendiği kapsamlı bir değişim projesi. ddrlp mimarlığın kurucusu Boğaçhan Dündaralp ile, yenilikçi ve deneysel bir alan olarak tasarladığı; kesintisiz ziyaretçi akışının yanı sıra çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapabilecek bu dönüşüm projesini ve mimari tasarım yaklaşımını konuşmak üzere Kuzguncuktayız. 

 

Mimarlığa ilgili kesim sizi yakından tanıyor, ancak tanımayanlar için kendinizden ve tasarım yaklaşımınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

 

Mimarlığın kapsadığı tüm bilgi alanı ile ilgilenen bir mimarım. ddrlp mimarlık ofisi farklı ölçekteki mimari projelere odaklanan bir tasarım ofisi olarak kuruldu. 2005 yılından bu yana mimarlığın ilgilendiği bütün tasarım alanları ve ölçekleri içinde profesyonel hizmetler veriyoruz. Mekânın esas olduğu, mekanla bağlantılı, iç, dış, açık alan, peyzaj gibi kategorik ve profesyonel ayrımların dışında kalan; mekânı bütünsel olarak ele aldığımız bir tasarım anlayışımız var. Böyle olduğu için de hem disiplinler arası çalışmalara ağırlık veren; hem de özelleşmiş alanlarını olabildiğince zenginleştirmiş, birçok farklı tipoloji ve ölçekte hizmet verebilen bir ofis haline geldik. Son 15 yıldır çocuk eğitimi ağırlıklı çalışmalarımız olsa da kentsel ölçekten konut ölçeğine uzanan bir aralıkta tasarım çalışmalarımız devam ediyor.

Eğlence merkezinin tasarım süreci nasıl başladı? Bu proje için ilham kaynaklarınız nelerdi?

 

İstinye Park bünyesindeki sinema alanlarının küçültülmesi kararı çıkmıştı. Sinema alanlarının yerine çocuk alanları, tiyatro ve daha çok performansa yönelik alanları da içeren bir program düşüncesi ile yola çıkıldı. İçinde bir tiyatrosu, çok amaçlı salonu ve çocuk eğlence alanı ile beraber sinemaya entegre olan yaklaşık 4000 metrekarelik bir alandan ve mekândan bahsediyoruz. Bu programların birleştirilmesi ile bir çocuk ve performans merkezi ortaya çıktı. 

 

Tasarımın sürecine, sinema alanları küçüldükten sonra bütün bu geri kalan bölümün aslında nasıl bir mekân açığa çıkardığına bakarak başladık. Temelde bize oraya ne yapılması gerektiği ile ilgili kısmı söyleyen fikir de volümetrik olarak açığa çıkan 3 boyutlu boşluk oldu.

 

 

Sinema katları food court katından girilen ve girişi arka köşede kalmış, aranarak bulunan, belirgin olarak kendini göstermeyen bir alanda kalıyordu. Sadece sinema için inilen, arkada ve kuytuda kalmış bir alanın erişilebilir olması, algılanması ve insanlara bir yolculuk vadediyor olması en çok dikkat ettiğimiz noktalardan biriydi. Bu üç boyutlu boşluk ve bu boşluğun mevcut mekanlarla kurulan entegrasyonu bizim başlangıç noktamız oldu.

 

Bu projede karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi ve bunları nasıl aştınız?
Bir alışveriş merkezinin içindeki insanların deneyimi genelde fragmanlar halinde oluyor. Akışkan bir sürekliliğin içinde farklı farklı yerlere girip çıkılan bir hareket var. Fakat bu performans merkezi öyle bir alan değil, insanların bir yolculuk olarak deneyimlemesini istediğimiz, mekanların bütünsel olarak algılanmasını istediğimiz bir alan. Mevcut mekân; yemek katından ortak bir hole inilen ve çıkılan, etrafında da sinema salonlarının olduğu bir yerdi. Dolayısıyla o hol de, etrafı kapalı bir boşluk olduğu için çok deneyimlenebilecek bir alan yaratmıyordu. Bu noktada tasarım sorularımız ortaya çıktı. Birincisi; farklı hacimsel boyutlar içinde boşluk(lar) dizisinin sürdürebiliyor olmak ve insanlara o deneyim sürekliliğini yaratarak farklı programlarla karşılaştırabiliyor olmak. İkincisi ise; bunun bir yolculuk haline gelmesi. Yolculuk halindeyken de insanların hem ölçek anlamında hem algı anlamında hem de program anlamında farklı deneyimler yaşayabilmesine izin veren, hem ayrışan hem de bütünselliğini kaybetmeyecek bir mekan arayışı oldu. Üst kottan (food-court) tanımlanmış, yürüyen merdivenlerle büyük bir boşluk dizisine inilen, aşağıda sinemaya ve etkinlik alanlarına dahil olunabilen bir kurgu ortaya çıktı. Farklı ölçekte boşluk olarak tanımlanan büyük hacimler ile fuayeler zinciri kurmak gibi tarif edebiliriz bunu. Akışkan sürekliliğe sahip bir mekân hedefledik. Mekanlar boşluk etkisini kaybetmeden yüzey ve çeper ara kesitleri ile farklı programlar yaratıyor.

 

Burada en çok uğraştığımız konu bir üst kottan başlayan ve akışkan olarak aşağı inen mekanlar zincirini hiç kesintiye uğratmadan birbirine bağlamaktı. Genelde şöyle bir problem olur; bu tür mekanlar labirentleşir ve ziyaretçi algısal anlamda oryantasyonunu kaybeder. Çoğu kez de neredeyim duygusu uyandırır ve deneyimler fragmanlar haline gelir. Burada ise fragmanlar haline dönüşmeyen, neredeyse kör nokta bırakmayacak kadar, sürekli farklı açılardan boşlukları algılayabildiğiniz, hatta en alt kottan girişteki boşluğa kadar kesintisiz sürekliliği görebileceğimiz bir boşluklar dizisi ürettik. Bu bizim başından sonuna kadar kurmak istediğimiz bir durumdu. Mekansal özelleşmeleri de birbirine bağlayan bir malzeme ve yapısal bir dil ile ortaya koyduk.

 

Buradaki en zorlayıcı kısımsa, bütün bölümleri birleştiren, yukarıdan aşağıya bir fuaye alanı ve bu fuaye alanına takılan ve neredeyse bütün mekanların açıldığı, etkinlik meydanı olarak tarif ettiğimiz büyük bir çukur ortaya çıktı. Bu etkinlik meydanı teleskopik tribünleriyle açılıp kapanabilen, kendi başına bir sergi alanı olabilen, bölücü panellerle kapandığı zaman tamamen kapalı bir kutu haline gelebilen, açık olduğu zaman da sürekliliği hiç bozmadan kullanılabilen ve çok sayıda etkinliğe aynı anda izin veren bir kent meydanı gibi kurgulandı. Bu meydan; (box in box sistemi ile kurulan bir tiyatro alanı) kapalı bir salon ve çocuk eğlence alanının olduğu arkadaki bölümün merkezinde yer aldı.

Bu tasarımın en belirleyici unsurlarından biri akustik konfor oldu. Tasarımın meydan okuduğu ve tasarımı mümkün kılan en önemli nokta olan !akustik konfor” için iki maddeden bahsedebiliriz. Gürültü denetimi ve hacim akustiği. Alışveriş merkezlerini ve çocuk alanlarını hayal edin, çoğu kez mekanlar çınlar, gürültü ve uğultu vardır. Bu özelliklere sahip bir mekânda 2 saat geçirdiğinizde gürültü ve uğultudan dayak yemişe dönüyorsunuz. Birinci maddemiz bu gürültü denetimini iyi kurmak. İkinci konu ise performans sergilenecek veya aktivite yapılacak mekanlarda tiyatro veya etkinlik meydanında hacim akustiğini iyi çözebiliyor olmak. Bu iki ve çok önemli dominant konunun en meydan okuyan boyutu ise projenin ana fikrini kuran tüm mekanların ortak arakesiti olan meydanın çok amaçlı kullanımı ve açılıp kapanma durumu oldu. Ortadaki bu büyük boşluk/mekân çok teknik olarak pek çok donanım, tasarım ve özel akustik çözüm özellikleri ele alındı. Çok özel bir mekân olarak projeyi eşsiz kılan bir mekândan bahsediyoruz. Bu boşluk/mekân olarak farklı zaman dilimlerinde farklı karakterlere bürünebilen, farklı kullanımlara kendini açabilen bir ortam. Organizasyon bakımından da gerektiğinde performans, etkinlik, sergi veya etkinlik olmadığında çevresindeki tüm mekanların fuayesine dönüşüyor.

Tasarımınızın merkezinde hangi konseptler ve temalar vardı?
Tasarımın en temeli hacimsel süreklilikler ve boşluklar zincirini bir mekân deneyimi haline dönüştürmek. Her bir mekan deneyimini de birbirini tamamlayan bir bütünün parçası olarak hissettiğin bir zincir içinde sürdürüyor olmak. Dolayısı ile yolculuk, mekân karakterleri ve kullanımları gerektiğinde ayrı çalışan, gerektiğinde bir arada bir bütün olarak çalışan bir sistem olarak düşünüldü. İster sinema ister tiyatro, ister çocuk alanı veya mekanın bütününe yayılan bambaşka bir etkinlik. Hatta projenin başlangıcında bir mekânımız daha vardı, süreçle beraber Boyner”in Kids bölümüne bir cephe yaratıldı ve buraya yerleşti. Bizim tasarlamadığımız sinema ve Boyner”in cephesi olan bu 2 unsuru da, tasarladığımız alanın çeperi haline haline getirdik.

Projenin en çok öne çıkan özelliği nedir?
Farklı kullanım ve programları jenere edebildiği için, sürekli yaşayabilecek bir potansiyele sahip ve buna esnek olarak yanıt verebilecek bir boşluk tasarımı olması diyebiliriz. Bu büyük alt ölçeklere bölümlenen mekansal boşluklar dizisi kendini sarmalayan büyük bir atmosferin içinde boşluğun farklı kullanımlarını destekleyen bir altyapı gibi çalışıyor. Ve bu atmosferin özelliği kendi başına, kendi varlığını oraya dayatmak değil, bilakis, oradaki hayatı sürekli zenginleştirip, dönüştürebilecek bir “arka plan” veya “sahne” haline gelebilmesi diyebiliriz.

Eğlence merkezinin kullanıcı deneyimini geliştirmek için hangi tasarım öğelerini eklediniz?
Boşluk ve yolculuk meselesinde, ziyaretçilerin boşluklar arasında gezinirken kaybolmama hissiyatı ve farklı programlarla karşılaşmasının yanı sıra, dönemsel veya farklı zaman dilimlerinde mekanın farklı reaksiyonlarına şahit olması. Gündüz saatlerinde veya bir çocuk eşliğinde gidildiğinde başka bir mekan, bir tiyatroya veya bir gece etkinliğine gidildiğinde başka bir atmosfer. Her ziyaretinizde farklı bir şey görebileceğiniz, boşluk olarak iyi bir hissiyatta olduğunuz ama program olarak çok farklı yüzlere sahip canlı bir yapı. Tamamen açıldığı anda boşluklar zinciri ile çocuk alanına geçen kısım bir köprü haline dönüşüyor ancak kapalı olduğunda kendi başına kapalı bir kutu haline gelen bu köprü etkinlik meydanından algılanmıyor. Etkinlik ve program bazında kendini dönüştürebilen bir tarafı var, bu da kullanıcı deneyiminde her ziyaretinde başka bir yolculuk vadediyor. Bunu sağlayabilmenin yolu mekânsal kurgu kadar seçilen malzemelerin bir aradalığının da bu tasarım dilini desteklemesi. Projede olabildiğince az malzeme kullandık. Malzemeler burada dekoratif bir öge değil. Her birinin mekan, atmosfer, program, algı, akustik gibi teknik ve işlevsel görevleri var.

Bu proje için hangi disiplinlerle işbirliği yaptınız?

Elektrik, mekanik, statik, sahne ve görüntü sistemleri, yangın gibi bir projede olması gereken tüm disiplinlerin yanında oldukça kapsamlı bir akustik danışmanlık hizmeti aldık. Projenin belki de en ayırt edici özelliği akustik konfor düzenlemesi oldu diyebilirim. Çünkü akustik tasarımı çıkardığınızda projenin bütün sistemi çöküyor.

İşbirliği sürecinde en çok hangi noktalara dikkat ettiniz?

Projenin ana fikrini, işleyişini sağlayacak ve bütün anlattıklarımın arkasında olup biten fikirler çok önemli: !Ne işe yarıyor, ne için yapıldı, nasıl kullanılıyor, kullanıcıya bir katkısı var mı?” soruları çok önemli. Bu soruların cevabı için de bir tasarım felsefesi, yaklaşımı ve bir dil geliştirmek gerekiyor. Eğer bu dil iyi üretilmemişse farklı disiplinler tarafından farklı şekilde yorumlanıyor. Ne amaçla orada olduğunu iyi ifade edebilen bir tasarım aslında bütün disiplinleri kendisini hayata geçirmek için bir araya getirerek bir yol haritası çiziyor. Bence iyi bir tasarımın kendi başına bir tasarım olmasından çok herkesi bir araya getirerek o yolu çizmesi çok önemli. Bu projede en çok önemsediğimiz şey de bu tasarım dilinin tanımı ve bu dilin tüm ekipler tarafından bilinmesi. Bu dil sadece projelendiren, danışmanlık yapan ya da bu işi işletecek kişilerden öte, uygulayacak ustaya kadar indirgenen bir dile sahip olmalı ki, uygulama esnasında bir yoruma izin vermesin.

Projenin tamamlanması sürecinde öğrendiğiniz en önemli dersler nelerdi?
Çok iyi bir işveren ve işverenin arka planda çok iyi yönettiği kendine ait bir proje yönetim modeli vardı. İşveren kanadında projeyi sahiplenen, en küçük noktasına kadar iletişim halinde olduğumuz şahane bir ekipten oluşan proje yönetimi ile baştan sona projeden uygulama sürecinin içinde idik. Bir projede beklediğimiz tasarım süreci, danışmanlıklar, projelendirme süreci, ihale süreci, uygulayan ekiplerin kontrolü, bunların organizasyonu, uygulayan ekiplerin onay alarak ilerliyor olmaları vb. gibi her şeyin mümkün olduğu ve bu niyetle kurulan bir modelde ne yaparsan yap %100 bir performans sergileyemiyorsun. Çünkü şunları görebiliyorsun; her ekibin farklı bir çalışma hızı ve durumu var, her ne kadar sen onu o proje içinde tutsan bile, elektrik-mekanik konular gibi, onlar mevcut sisteme adapte oldukları ve onun üzerinden gittikleri için ve birtakım varsayımlarda bulundukları için teknik konular her zaman daha sonra başka bir yere giriyor. Biz her ne kadar bunu kağıt üzerinde çözersek çözelim tasarımın esnekliği anlamında, bu esnekliği kurmanın getirdiği rahatlıklar yanında, projenin zaman içerisindeki göstereceği performans ve değişikliklere izin vermesi için özel bir mesai gerekiyor ve bu mesaiyi harcamak gerekiyor. Bu mesai harcansa bile olamayacak şeyler olduğunu görebiliyorsun. Bir de en önemlisi, biz burada daha önce denenmiş, daha önce yapılmış, test edilmiş ve test sonuçlarını aldığımız bir proje yapmadık. Burada deneysel bir tasarım da var, denenmemiş bir şey de var. Bu denenmemiş tasarım üzerine yapılmış bir mühendislik çalışması da var. Bütün bu fikirler de baştan gelmiyor, süreç içinde de bazı şeyler gelişiyor. Tasarımın da onu esneklik olarak içine alabilmesi gerekebiliyor. Sen bütün bunları bilerek hareket ediyor olsan bile her zaman aynı performansı gösteren bir durumla karşılaşmıyorsun, dolayısıyla her projeden bu sürecin kendisi ile ilgili bir ders çıkarıyorsun. Buradaki derslerden en önemlisi, bir şey deniyorsun, bu deneysellik için, ne kadar iyi ekiplerle çalışırsan çalış, sonuçta yerinde bazı şeyleri mock-up’larla test etmen, çalışıp çalışmadığına bakman gerekiyor. Bütün bu problemler için önünde açık bir model olsa veya bunu bilerek hareket ediyor olsan bile, her zaman mükemmel bir sonuca ulaşmayacağını görüyorsun. Burada tasarımın birebir düşündüğümüz performansı gösterebileceği unsurlarını %95″in üzerine çıkardığımızı söyleyebilirim, ki içinde bulunduğumuz koşullar için çok iyi bir performans. Bu projedeki süreçler ve zaman yönetimi ile beklentileri karşılayacak iyi bir netice elde etmek için kurduğumuz model, bize bir sonraki projeler için kullanabileceğimiz daha iyi fikirler verdi. Süreci nasıl daha iyi yönetebileceğimize dair yeni şeyler öğrendik.

Hacim akustiği bu proje için neden önemliydi?
Projenin temelinde yemek kotundan başlayan, sinema kotuna inen ve oradan da etkinlik alanlarına devam eden farklı volumetrik boşluklar var ve bu boşluklar birbirini tamamlıyor. Bu boşluklardaki her mekânın kendine ait bir gürültüsü var. Burada hacim akustiği için dikkate aldığımız birinci konu gürültü denetimi. İkinci konu ise etkinlik meydanında farklı etkinliklerin ihtiyaçlarına uygun bir hacim akustiği düzenlemesi yapmak. Mesela tiyatro bölümü ‘box in box’ olarak tasarlandığı için kendi hacim akustiğine sahip kapalı bir alan. Etkinlik meydanı bazen sergi, bazen açık alan, bazen küçük bir dinleti, konser veya performanslara ev sahipliği yapabilen bir kurguya sahip. Birbirinden farklı çözümler gerektiren, her bir performansın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir altyapıya sahip alanın akustik performansını çok test ettik, fakat açık meydan tasarımı sebebiyle, gürültü dışındaki denetlenmesi gereken birçok ses konusu vardı. Böyle baktığımızda aslında bütün sesleri denetlemek istiyoruz. İstemediğimiz sese gürültü diyoruz ve bu gürültüyü sönümlendirmemiz lazım. Bir taraftan da güçlü bir akustik performans ve dinleyici deneyimi için de sesleri yönlendirebilmemiz lazım. Her bölüm için gürültü denetimi ve hacim akustiği için simülasyonlar yapıldı. Bu simülasyonlar üzerinden hacim özellikleri ile malzeme seçimlerini konuştuk. Etkinlik meydanının, hareketli ve çok amaçlı kullanılan bir mekân olmasının getirdiği zorluklar da oldu. Mesela tiyatro alanını izole etmemiz ve içinde her şeyi çözmemiz yeterliydi, ancak bu açılır kapanır alanda herhangi bir yalıtım ile bir sızdırmazlık sağlamak mümkün olmadı. Ses dediğimizde akışkan, dalgalar halinde yayılan ve sürekli hareket eden güçlü bir olgudan bahsediyoruz, herhalde kontrol etmesi en güç olan şeylerden biri ses. Farklı frekanslarda yayılan, tiz bir çocuk sesinden müzikal enstrüman sesine kadar kapsayıcı bir çözüm gerekiyordu. Bu projenin mekânsal kalitesini kurabilmemizin başarısı, akustik çözümlerinin iyi olması ile mümkün olabilirdi.

Sonaspray akustik sıva kullanma kararını nasıl aldınız? Bu ürünün projeye katkıları neler oldu?
Akustik danışmanlık ekibiyle, daha önceden bahsettiğim sönümlememe ve hacim akustiği için, farklı malzeme ve materyaller üzerinde değerlendirmeler yaptık. Bu değerlendirmelerin hepsinde artı ve eksilere bakmak durumundayız. Burada Sonaspray bize mekansal düzeyde birkaç farklı açıdan önemli katkı sağladı. Birincisi Sonaspray”in hem görünür hem de görünmeyen yüzeylere uygulanabiliyor olması. İkincisi de çok ince bir katman ve tek başına bir malzeme olması, bu bizi çok katmanlı malzemelerle uğraşmaktan ve onların detaylarını çözmekten kurtardı. Mekânın tamamlayıcı bir öğesi gibi esnek davranabildiğimiz, bir ressamın elindeki palet gibi, bize en uygun renk ve malzemeyi sunan bir çözüm oldu. Yüzey nitelikleri, hafifliği ve bir bitiş katmanı gibi görünür veya görünmeyen yüzeylerde kullanılabilmesi, püskürtme sistemi ile uygulanması, yüksek uygulama hızı gibi avantajlarının yanı sıra detayları çok aza indirgeyen bir ürün. Bu kompleks yapıda işin içine ne kadar çok katman girerse, o kadar çok detayla boğuşuyoruz. Bence Sonaspray”in en önemli katkılarından biri, basit, yalın ve görevini en iyi şekilde yapan, görünür- görünmez alanlarda bu esnekliği sağlayan bir malzeme olmasıydı. Bu volumetrik çeşitlilikte mekân deneyimi ve hissiyatını büyük ölçüde etkileyecek çok farklı tavan ve duvar tipleri var mesela. Mekanları yaratırken malzemeleri olabildiğince azaltmaya ve bu malzemelerle bir mekân dili yaratmaya gayret gösterdik. Sonaspray de bu anlamda bize çok büyük bir esneklik kazandırdı. Şantiye ve uygulamada en önemli kriterlerden biri de iş akışı içinde hızlı çözümler üretebilmek. Katmanların ve detayların azaltılması yanında; malzemenin bu uygulama tekniği, onun hızlı uygulanmasına da izin veriyor. Bu anlamda sahada malzemenin istediğimiz nitelikte ve çok hızlı uygulandığını gördük.

Sonaspray’in uygulanma sürecinde karşılaşılan teknik zorluklar nelerdi ve bu zorluklar nasıl aşıldı?
Her malzemede olduğu gibi bu malzemenin de uygulanabilmesi için özel koşulların yaratılıyor olması gerekiyor. İş kaleminde bu malzemenin ne zaman yapılması gerektiği ile ilgili net bir durum var. Aslında bunun hem avantajlı hem de dezavantajlı durumları olabiliyor. Sonaspray”in uygulanabilmesi için inşaat sürecinin çok net bir noktaya getirilmesi gerekiyor ve bu da sahada bir disiplin yaratıyor, bu da ürünün avantajlarından biri. İş akışı içinde kendi yerini netleştirerek, öncesi ve sonrasında neler yapılacağı hakkında kesin bir sınır çiziyor. Bir müteahhit veya işveren için esnek olmaması sebebiyle istenmeyen bir durum olabilir, ancak bu uygulamanın da iyi bir sonuç verebilmesi için gerekli bir durum. Bu uygulamada biz teknik bir sıkıntı yaşamadık. Uygun koşullar sağlandığı anda çok pratik ve kolay bir şekilde uygulanabiliyor.

 

Mekandaki akustik çeşitlilik nedeniyle 2 tür Sonaspray kullandık, SP 35mm ve ST 76mm. ST 76 daha önce Türkiye”de uygulanmış bir ürün değildi, ilk defa burada uygulandı. Hacim akustiği ve ses sönümlendirme anlamında en yüksek performansa ihtiyacımız vardı, bu performansı karşılayabilecek başka katmanlarla çözüm de sağlanabilirdi ama kendi başına bize bu niteliği sağladı. Aynı malzemenin farklı türlerinde, farklı performans ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, tasarım kararlarımızda bir engel oluşturmadan çözmemize izin verdi. Başka bir malzeme olsaydı bizim pek çok detayı yeniden çözmemize ve yapılmış imalatların çoğunun tekrardan değiştirmemize sebep olabilirdi.

Akustik konfor düzenlemesi eğlence merkezinin genel deneyimine nasıl bir katkı sağladı?
Buradaki mekansal boşluklar dizisi, çok amaçlı etkinliklerde kullanılırken istenen konfor ve etkinliklerin kalitesi için akustik performansın ne kadar belirleyici olduğundan bahsetmiştik. İnsanlar arka planda rahatsız oldukları ama o anda fark etmedikleri, denetimsiz ses nedeniyle mekânda fazla durmuyorlar, ancak şu anki akustik konfor; girişten başlayarak seni o mekanda tutacak sakinlik ve dinginliğe sahip.

 

Peyzaj ve açık alan tasarımlarında çok kullanılan bir tabir vardır; “görünmeyen yapılar”. Bunu kapalı mekana transpoze edersek: ses, ışık ve sıcaklık gibi konular… Arka planda, gözle görünmeyen bu yapılar mekan kalitesini çok farklı seviyelere taşıyabilir. Harika bir mekandasın ama kötü kokuyor veya çok uğultulu. Belirli bir süreden sonra bu gibi faktörler dayanılmaz hale gelir. Gözle görülebilen, estetik bağlamın ötesinde, bütün duyularla mekân deneyimine katkıda bulunan unsurların hepsi tasarımımızın bir parçası. Tasarımı yaparken de bunun farkında olarak yapıyor olmak çok önemli. Biz, neredeyse projenin başında, bunun kaçınılmaz bir gereklilik olduğu bilgisi ile tasarımı sürecini bu doğrultuda yönlendirdik ve en başından beri danışmanlıklarla beraber süreç geliştirildi.

Akustik, malzeme, mekan, biçimlenme ve fonksiyon ilişkilerini bu bağlamda nasıl kurdunuz?
Benim annem kimya mühendisi, babam da doktorasını renk üzerine yapmış olan bir tekstil tasarımcısı. Bu sebeple her şeyin bir kimyası, dengesi ve bir oluş hali olduğunun düşünüyorum. Mekânı ortaya çıkarmanın da aslında renkleri ayarlamak ve işin kimyasını kurmak gibi düşünebiliriz. Biz orada bulunan farklı malzemelerin bir araya gelme kimyasını/ölçüsünü de ayarlıyoruz. Ne kadar sert zemin var? Ne kadar yansıtıcı yüzey var? Ne kadar olmalı? Mesela tavanda belli alanlarda dalgalı, yansıtıcı bir panel var, o panel süs olsun diye orada değil. Ancak tasarım tamamlandığında, en alt kottan yukarı baktığım zaman oradaki yansımalar ve ışık hareketleri, tasarlanmış olan mekânın algısını oluşturuyor. Örneğin sarı renk kullanımı ile bir rota oluşturduk ve projenin bütününde hissedilebiliyor. Seçilen malzemeler, malzeme dokuları, malzeme miktarı ve mekânın içindeki varlığı ile her şey birbirini tamamlamak üzere tasarlandı. Akustik malzeme tercihlerimiz de görünür yüzeylerde kullanma imkanı sağladığı için mekanda bir öge olarak çok önem kazanıyor. Görünmeyen ve arka planda kalacak bir katman ilgimizi çekmez ama mekânda belli bir kalitede çalışıyor olmasıyla önem kazanır. Görünmeyen kısımlarda başka bir malzemeye gidebiliriz de denilebilirdi ancak bir tasarımın yüzey sürekliliği aynı kalitede olduğu zaman bir bütünlük sağlanabiliyor. Bu konuda tasarım ve uygulama sürecindeki iletişim ve dil ortaklığı bu farkındalığın sürekliliği de için çok önemli bir faktör.

Gelecekte benzer projelerde uygulamayı düşündüğünüz yenilikçi teknik veya malzemeler var mı?
Bunu genellikle bize biraz tasarım söylüyor. O tasarımın bize söylediği kararları da aslında mekân bize söylüyor. Mimarlık dediğimiz şey aslında hayatta bir yere eklemlenmek, eklemlendiğimiz şey de hep var olan ve yaşayan bir yer…(doğa, kent, yapı…) Mimarlık her zaman bu yaşayan yerle kurulan bir ilişki olduğu için, her ilişki biçimi bize yeni bir şey söylüyor. Mimari yaklaşımımızda bu ilişki biçimi ve bu ilişkiyi kurma yöntemi çok kritik. Çoğu kez o yerin özelliklerini, o yerin sunduklarını ve koşullarını çok iyi anlamak üzerine kurulu bir tasarım anlayışımız var. O nedenle bizim için iç/dış mekân, açık alan veya bina tasarımı gibi bir ayrım yok. Bu ilişki biçimi içinde oluşan bir “mekân” var.

 

O yüzden mimarlık olarak yaptığımız şeyler insan ömrünün de ötesinde ya da çok daha fazla hayatta kalabiliyor. Hayatta kaldığı süre boyunca kurduğu o ilişki biçimini, niteliğini ne kadar iyi sağlayabiliyorsa ve hayatın ne kadar parçası olabiliyorsa o kadar iyi bir sonuç veriyor. Talep edilen tasarımın ötesinde bir değer yaratmak için çaba sarfettiğinde de mimar sıfatını hak etiğini düşünüyorum.

 

Sorunun yanıtına gelirsek her yeni ilişki biçimi arkasındaki akıl, yeni yaklaşımlar, yöntemler, metodolojiler talep ediyor. Bazen malzeme ve teknolojide elindeki repertuara göre yanıt arıyorsun, bazen de geliştirilmiş yeni malzemelerle düşünülerek tasarım süreci kuruyorsun. Deneyimler, test edilen düşünceler ise yeni geliştirilecek fikirlere tohum olabiliyor. Burada tasarımcı ve mimar olarak farkındalığının ne kadar açık olduğu, bu konulara ne kadar meraklı olduğun önem kazanıyor.

Mimarlık kariyerinizde bundan sonra odaklanmak istediğiniz alanlar neler?
Bugüne kadar yaptıklarımıza devam edeceğiz. Henüz başka bir gezegende bir müdahale yapamadığımız için bu gezegenin koşullarında bu işleri yapabiliyoruz. Belki şunu da söylemek lazım, her zaman da bir şey yapmak zorunda değiliz. Bir şey yapmadan da bazı problemlerin çözülebileceğini gösterebiliyor olmak önemli. Biz mimarlar çoğu zaman bir profesyonellik alanında talep edilen her şeyi hemen yapma jestindeyiz. Mimarların; ne yapması gerektiği değil, neden ve nasıl yapılması gerektiği ile ilgilenen bir role ihtiyacı var. Bu rol, bazen de oraya bir müdahale yapmamayı gerektiriyor olabilir.

 

Fotoğraflar : Boğaçhan Dündaralp, 2024

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir